Sıradanlıklar ve Tuhaflıklar

Çelişkili bir beyanla başlayalım: Çeşitliliğe bu kadar değer veren bir dünyada, farklı olmak hemen hemen imkânsız. Herkes aynı üniformayı giyiyor ya da aynı şeylerle ilgileniyor demek değil bu, tam tersi. Uzun zamandır seri üretim yerini kişiselleştirilmiş modellere bıraktı; iş bireyselleştirildi, herkes kendi ağlarının içinde çalışabiliyor. Fakat bu gevşek birey-grup durumlarındaki tavırlar oldukça önceden tahmin edilebilir karakterde oluyor. Özellikle ‘normatif’ olmanın en büyük günah olduğu çevrelerde, dil ve davranış biçimleri yine belli normlara göre şekillenebiliyor. Birinin hislerini incitme ya da bir şekilde tepkisellikle suçlanma riskiyle karşılaşıldığında ya da yeterince pozitif olamama durumunda iletişim, önceden belirlenmiş kodların tekrarı üzerine kuruluyor. Bu tabi kelimelere dökülmeyen iletişim biçimleri için de geçerli; protesto toplantılarında kontrol edilemeyen sıkıştırmalar, alkışlar ve yuhlamaların yerini öz disiplinin ürünü olan sessiz el işaretleri aldı. Ve bütün bunlar kıyafetlere de yansıyor. Herkesin kendi tasarladığı tekilliklerin bu kadar birbirine benzemesi gerçekten şaşırtıcı.

Eğer çeşitlilik farklı tatlara, kültürel anlatımlara ya da düşüncelere açık olmak ve bunları tecrübe etmek demekse hiçbir problem yok. Siyasi seviyede, ‘radikal çeşitlilik’ yanıltıcı bir kavram olabilir. Var olan sosyal parçalanmayı açıklayan bir bahaneye dönüşmesi, farklı ilgi alanlarının aynı yerde var olmalarına rağmen birbirleriyle etkileşimde olamaması ya da tek bir amaç etrafında toplanamamasına sebep olabilir. Örneğin, kültürel görecilik örneği üzerinde duralım. Birine şunu söylemek, güya bir tolerans göstergesi: ‘Bu bakış açısı Afrikalı bir kadın ya da bir tecavüz mağduru olarak sana ait ve bu konuda bir şey söyleme hakkını kendimde görmüyorum.’ Bu aynı zamanda şu demek değil midir: ‘Benden o kadar farklısın ki benim görüşlerime karşı kayıtsız olmak zorundasın.’ Ve bu da şuna bağlanır: Senin öznel bir gerçekliğin var. Benim de öyle. İkimiz de bunu kabul edip yan yana durmayı seçiyoruz, bu kadar. Amerikalı filozof David Detmer’ın dediği gibi: ‘Görecilik, başkalarının görüşlerini anlamaya çalışmak için en önemli motivasyonu ortadan kaldırır: diğer tarafın haklı, kendimizin haksız olabileceği olgusu.’ Bu şekilde bakıldığında, radikal çeşitlilik aslında diyaloğun radikal reddedilişi haline gelir.

Çoğunluk fikri bugünlerde oldukça kuşku uyandırıcı. Kısa bir süre evvel insanlar, dünyayı değiştirmek için çoğunluğu yanınıza almanız gerektiğini düşünüyordu. Sol düşünceye sahip grupların bir birlik kuramaması, küçük bir elitten oluşan güç odaklarını yenememelerinin arkasındaki neden olarak görülüyordu. Bugünlerde çoğunluk, normla ilişkilendiriliyor. Mesela, beyazlık, heteroseksüellik, yetişkinlik, sağlıklı Avrupalı erkek olma durumu. Kendini böyle tanımlamak, dominant olan norm olarak görmeyle eşitleniyor ki bu bizi çok da rahatsız etmemeli: Neo-faşistler dışında kim kendini beyaz, Avrupalı, heteroseksüel bir erkek olarak tanımlayacak kadar uyuşmuş olabilir ki? Çoğu kişinin tepkisi: Durum böyle, yapabileceğim bir şey yok, ama hiçbir zaman böyle bir kimlikle kendimi tanımlamayacağım. Beyaz bir tene sahipsiniz ya da Avrupa’da doğmuşsunuz, burada gurur duyacak ya da utanacak hiçbir şey yok. Cinsel tercihlere gelince, toleranslı, liberal ülkelerde bile çoğunluk hala heteroseksüel. Tabi bu farklı yönelime sahip kişiler hakkında bir şey söylemiyor. Soru şu: Azınlık odaklı anlatımlarda, çoğu kişinin yaşamakta olduğu hüsran ve arzuların ifadesine yer var mı? Bildiğimiz gibi, ana akım medyada gösterilen ‘norm’ ile hissedilenler arasında pek bir ortak payda yok. Çoğu kişi kendilerine ait görmedikleri bir kimliğin içine hapsolmuş hissediyorlar ve bununla birlikte gelen utanç dolu bir sessizliğin içine gömülüyorlar. Her türlü ayrımcılık mağdurlarına sempatiyle yaklaşsalar da kendi hayatlarıyla ilişki kurmakta zorlanıyorlar. Durumu daha da vahimleştiren, onların hüsranlarının ve arzularının diğer azınlıklardan ciddi biçimde farklı olduğu varsayımı.

Çoğulculuk, tekilliklerin birbirine eklenmesi olarak algılanıyor. Bu fikirle ilgili sorun, ‘tekil’ aynı zamanda ‘biricik’ demek olduğundan başka hiçbir şeyle karşılaştırılamıyor olması (bunun paradigmatik bir örneği Almanya’daki Holocaust’un tekilliği tartışması). Gerekçelendirme şöyle yapılıyor: Her azınlık belirli bir ayrımcılıkla karşılaşıyor. Cis-hetero-kadınlara uygulanan ayrımcılıkla lezbiyenlere uygulanan ayrımcılık, kuirlere uygulanan ayrımcılık birbirinden farklı. Bu yüzden de her azınlık, başka güç biçimleriyle ilişkilendirilemeyen mikro-güçlerle uğraşmak zorunda. Dahası, her grup farklı kodlar, hisler ve dünya görüşlerine sahip olduğundan kendine ait, önyargı ve zarardan uzak bölgelere ihtiyaç duyuyor (ki bazıları radikal ayrılıkçılığa kadar varabiliyor.) Başkalarıyla kamusal alandaki bir karşılaşma hususi öznelliklerin yan yana var olmasının ve görünülür hale getirilmesinin ötesine geçemiyor, occupy hareketlerinde olduğu gibi. Tek bir neden etrafında birleşmek ‘totaliter’ olarak görülen çoğunluk inşası ile eş değer görülüyor. Daha da çelişkili bir şekilde ifade etmek gerekirse: Bu tarz öz güçlendirme, güçsüzlüğe yol açıyor.

Şu anda çoğu kişinin tecrübe ettiği aslında bir çözülme. Globalleşmiş topluma yabancılaşmış hissederken bütün kolektif bağlar ve sosyal koruma mekanizmaları da yok edilmiş durumda. İş, eşya ve piyasa gibi güçlerin arasında tek başına kalmış durumdalar. Kültürel kimlik, tekil kaldığı ve daha geniş sosyal ya da ekonomik konuları gündeme getirmediği sürece bir arada olmanın kabul edilen tek biçimi. Bununla beraber, çoğunluk her zaman monolitik değil. Her türlü farklılığın kabul edildiği, ortak bir alanın araştırıldığı bir şey de olabilir.

Guillaume Paoli

İngilizceden çeviren Merve Ünsal



En son makaleler
Emina Bužinkić

Dayanışmanın Politik Manzaraları Tek Derdimiz Olsaydı

Bu makalede, iki sosyal deney örneği sunuluyor: biri kültür(ler) ve kamu altyapısı kavramlarını birbirine örerken, diğeri sosyo-ekonomik özgürleşme kavramlarını buluşturuyor.

Asena Günal

Polis Marifetiyle “Kültürel Hegemonya”

Bu yazı kısmen kişisel bir yazı. Osman Kavala benim işverenim, bazı işlerde bizlerle beraber bizzat çalıştığı için de iş arkadaşım. Başına gelenleri beklemiyordum.

Jelena Petrović

Bugün Özgürlük Ne Anlama Geliyor?

Gündelik hayatlarımızı tüm toplumsal düzeylerde baskı altına alan ve belirleyen neoliberal sistemleri değiştirmenin imkânsızlığı ve (günümüz özgürleştirici politikalarının bir yan ürünü olarak) hâkim toplumsal yapıların yeniden üretimi ile bu yapılara karşı direnişin paradoksal...

Ruben Arevshatyan

Kamusalı Reddetmek ve Geri Almak

Geçtiğimiz 5-6 yıl içinde eski Sovyet cumhuriyetlerinin başkentlerinde, Sovyet döneminde kamusal işlev gören kentsel yapı ve alanların korunmasını destekleyen sokak eylemleri dalgasının yükselişine tanıklık ettik.

Damir Arsenijević

‘Şakalar, Savaş ve Soykırım’ Çalışma Grubu: Anma biçimlerini özgürleştirmek

Bosna toplumu halen ölülerinin yerini tespit etmekle, kimliklerini belirlemekle, onları topraktan çıkartmakla ve yeniden gömmekle uğraşıyor. Savaş sonrası Bosna Hersek'te hala gizli toplu mezarlara gömülmüş yaklaşık 10.000 kadar kayıp kişi mevcut.

Begüm Özden Fırat, Fırat Genç

Müşterekler, Sınıfın Rekompozisyonu ve Strateji

Argüman ve önerilerimizi kuşatan temel sav ise şöyle ifade edilebilir: Günümüzün küresel siyasal topografyası, içlerinde yer aldıkları bağlamların özgül toplumsal ve siyasal koşullarından azade olmamakla beraber, küresel bir eşzamanlılığı paylaşan isyanlarla yeniden şekilleniyor.

Rasha Salti

Hâlâ Çarpan Kalbim Ol

Ardından gelen, yanıt vermesi mümkün olmayan cansız bir nesne ile girişilen olanaksız bir diyalog girişimiydi.

Alisa Lebow

Devrimi Filme Almak: Devrim’den bu yana Mısır’da sinemacılık üzerine çizgisel-olmayan bir veritabanı projesi

Bu interaktif arşiv, devrimin bir tarihçesini sunmaya girişmediği gibi Mısır'da 2011'den bu yana film yapımcılığı konusunda kapsamlı bir tarih yazımı oluşturmaya da çalışmıyor. Odak noktasını, belgesel ve bağımsız sinemacılığın yanı sıra, Mısır kültürü ve toplumunu, devrime ve devrimden sonraki olaylara doğru yol alırken temsil etmeye yönelik yaratıcı yaklaşımlar oluşturuyor.

Tamirin de Ötesinde – Küratörlüğün Irkçılık Karşıtı Eylembilimi

2014 yılında Bonn şehrindeki Federal Alman Cumhuriyeti Tarih Evi tarafından "göç ülkesi Almanya" fikri etrafında geliştirilen ve 2016'da Berlin'deki Alman Tarih Müzesi gösterime sunulan sergi için Hep Daha Renkli başlığı uygun görülmüştü.

Max Czollek, Corinne Kaszner, Leah Carola Czollek, Gudrun Perko

Radikal Çeşitlilik ve Dezentegrasyon: Sanatsal, Politik Bir Projenin Yapıtaşları

Entegrasyon kamusal tartışmalarda revaçta olan bir kavram; öyle ki merkeze yerleştirilmemiş olduğu herhangi bir parti programı yok gibi. Medyada göçmenlere ilişkin tek bir tartışma gerçekleşmiyor ki, ''Ötekiler''e dair sorunların adresi olarak bu kavramı göstermesin.

Kanak-Attak

No a la Integración, Yasallaşma Hakkı, Küreselleşme ve Irkçılık-Karşıtlığı

Irkçılık karşıtı bir girişim olan Kanak Attak bir yıl önce Berlin Volkbühne Tiyatrosu'nda faaliyetlerini ilk kez geniş bir kitleye tanıttı. ‘OpelPitbullAutoput' revüsü, paneller, filmler ve tiyatronun kulislerinde gerçekleştirdiğimiz sohbetlerin ana temasını göçmenlerin direnişi oluşturuyordu.

Das Netwerk kritische Migrations-und Grenzregimeforschung

Entegrasyon Değil Demokrasi İstiyoruz!

Göç ve Sınır Denetimi Araştırmaları Eleştirel Ağı isimli inisiyatifin bu zihniyete karşı açtığı kampanyayı 3800 civarında aydın imzaladı. Entegrasyon söylemine karşı getirilmiş en güçlü itirazlardan biri olduğunu düşündüğümüz için kampanya dahilinde kaleme alınan metni (2010) burada tekrar okuyuculara sunuyoruz.

Rastko Močnik, Jelena Vesić, Vladimir Jerić Vlidi

Rastko Močnik’le Söyleşi: Karşı Karşıya Gelme Pratiği Olmadan Teori Olmaz

Mülksüzleştirme karmaşık bir terim ve biz bu terimin salt belirli operasyon sahalarına özgü kullanımını kırmak ve yeni kullanımlar önermek istiyoruz. Siz bu terimin kullanılabileceği en önemli üç alanda, ekonomi politik, sosyoloji ve psikanaliz, derinlemesine analiz yapabilen nadir insanlardan birisiniz.

Massimo Perinelli

Çokların Toplumu’ndan Geri Dönüş Yok (Tunçay Kulaoğlu’nun giriş yazısıyla)

Göç diye bir şey yaşanıyor. Bunun geri dönüşü yok. Bunu kabullenmek, geleceğin demokratik ve kozmopolit toplumunda, hakların hakkını temel alan bir gelecek için mücadeleye girişmek anlamına geliyor.

Vladimir Jerić Vlidi

Sayılarla Mülksüzleşme: 2017/10/70/100

Red Thread’e yazılmış görsel bir makaleden alıntılar: İngilizce multimedya versiyon için: networkfailure.net/dispossession-by-numbers-2017.

Banu Cennetoğlu, Erden Kosova

Liste

Liste ile ilk kez 2002 yılında Amsterdam'da karşılaştım. UNITED'ın web sitesinde bulduğum pdf dosyasını indirdikten sonra çok hızlıca bir karar almış halde buldum kendimi.

Marina Gržinić

Ne Özgürlüğü?

Özgürlük küresel kapitalizmde bir sıfatla birlikte geliyor. Katlanarak çoğaltılıyor, hediye olarak veriliyor, çıplak ve yasadışı biçimde; ve o yüzden kapitalizme dair çözümlemelere, kapitalizmin tarihine ve bugününe, emek ile sermaye arasındaki ilişkiye ve kapsadığı egemenlik, vatandaşlık, özne ve insanlık gibi kavramların tarihselliğine nasıl yaklaşmamız gerektiğine dair simgesel bir nokta olarak önümüzde durmaya devam ediyor.

Red Thread Editorial Board

Sayı 4 – Editörün notu

Yoksunlaşma üzerine söz söylemeye çalıştığımız bir sayıyı hazırlarken, aramızdan biri, birimiz tutuklandı. Tabii ki bu durum, duygusal anlamda farklı etkiler bıraktı üzerimizde. Tabii ki geleceği öngörebilmek mümkün değil. Dolayısıyla şimdilik, arayı açmadan tekrar görüşmek üzere, diyoruz.